-Bu yazı İnsan İlişkileri ve İletişim dersi için hazırlamış olduğum bir ödevden alıntıdır.
Teknolojinin hayatın her anını işgal ettiği
bir çağa denk geldik maalesef. Esef diyorum çünkü bizden önceki nesillerin yeni
bir teknolojiye alışmak için en az 25-30 sene vakitleri varken, bizim hemen
buna adapte olmamız gerekiyor. Hıza teslim oluşumuz yetmiyormuş gibi bu hıza
ayak uyduramayışın da geride kalışa denk olduğunu tecrübe ediyoruz. Bu kitap
dijitalleşen hayatı yakalamaya çalışırken ne hallere düştüğümüz, neleri
yitirdiğimiz ve kim bilir daha neleri bu uğurda feda edeceğimizi gözler önüne
seriyor.
Kitap üç bölümden oluşuyor. “Bildiğimiz
Kitabın Sonu” okuyucuyu karşılayan ilk bölüm ve dört başlıktan oluşuyor.
Bu başlıklarda dikkatimi çeken konu; teknoloji ile erişimin kolaylaşması bir zamanlar kıymetli bir meta olan bilginin de kontrolünün vasata indirgenmesi anlamına gelmesi. Bilginin demokratikleşmesi ile güvenilirliğini yitirmesi eş zamanlı ilerleyen süreçler olarak seyrediyor. Doğru bilgiye ve çarpıtılan bilgiye aynı erişim kolaylığında ulaşılıyor. Allame Google biz kullanıcılara kendi veri tabanından seçtiği bilgiyi yine kendi istediği şekilde sunuyor ve düşünme biçimimizi, bilgiyi algılama şeklimizi de kendine göre yontuyor. Teknolojinin sahipleri bizi erişmek istediğimiz bilgi üzerinden yönetiyor. Bu anlamda teknoloji üzerinden edinilen bilginin hakikati yansıtma derecesi ve masumluğu tartışmalıdır diyebiliriz.
Bu başlıklarda dikkatimi çeken konu; teknoloji ile erişimin kolaylaşması bir zamanlar kıymetli bir meta olan bilginin de kontrolünün vasata indirgenmesi anlamına gelmesi. Bilginin demokratikleşmesi ile güvenilirliğini yitirmesi eş zamanlı ilerleyen süreçler olarak seyrediyor. Doğru bilgiye ve çarpıtılan bilgiye aynı erişim kolaylığında ulaşılıyor. Allame Google biz kullanıcılara kendi veri tabanından seçtiği bilgiyi yine kendi istediği şekilde sunuyor ve düşünme biçimimizi, bilgiyi algılama şeklimizi de kendine göre yontuyor. Teknolojinin sahipleri bizi erişmek istediğimiz bilgi üzerinden yönetiyor. Bu anlamda teknoloji üzerinden edinilen bilginin hakikati yansıtma derecesi ve masumluğu tartışmalıdır diyebiliriz.
Bu bölüm altında değinilen bir konu da hiper-metin kavramıdır. Uzun
metinlere tahammülsüz, dijital odaklı bir kuşakla karşı karşıyayız. Onların tercih
ettiği nitelikteki hiper-metinlerin gelecekte okuma anlayışının bir öncüsü
olduğu ifade ediliyor. Derinlikli okumanın yanı sıra edebi nitelikte eserlerin
de bu hız çağında yitirilecek şeylerin başında geldiği düşünülüyor. Yeni
teknoloji kitap, metin, yazar, okuyucu ilişkisini değiştirirken esasında
bilginin değeri de farklı anlamlara bürünüyor.
İkinci bölüm “Dijital Çağda Gören Kim, Görünen
Kim?” her şeyin tele-vizüel hale gelmesiyle görüntünün gerçeğin önüne geçtiği,
gerçeklik algımızın bozulduğu bir çağın içinde olduğumuzu anlatıyor.
Gerçeklikten koparılmış bu sanal görselleri bir noktadan sonra gerçek gibi
algılıyor oluşumuz da aslında işin vahametini gösterir nitelikte. Gören ile
görünen arasındaki gizli hiyerarşinin yıkıldığı bu çağda hepimiz gönüllü bir
şekilde hayatlarımızı ifşa ediyoruz. Byung Chul Han’ın vurguladığı gibi görünür
olmayanı şüpheli bulmak bu çağın psikolojik şiddetidir. Orwell’in “Big
Brother”ına benzer bir gözün bizi izliyor oluşu kim bilir belki bir haz da
veriyor, görünmediğimiz anları yaşamamış sayıyor, göremediğimiz hayatların
varlığını sorguluyoruz. Eskiden istihbarat ajanlarının peşine düştüğü bilgileri
sosyal medya profillerinde sunmakta beis görmüyoruz. Bu da yetmezmiş gibi her
şeyden sakındığımız çocuklar bu çarpık zihniyetin bir sonucu olarak teşhir
ürünü olarak sergilediğimiz evcil hayvanlara dönüşüyor.
Son bölüm “Teknolojinin İnşa Ettiği Yeni
Kültür” dijital çağın insanların olayları algılayışı üzerindeki etkilerini
gözler önüne seriyor. Televizyon ve sosyal medya araçlarının hem üslubu hem
muhtevayı dönüştürdüğü için tasavvufi terbiye için uygun olmadığı belirtiliyor.
Bu tarz platformlarda muhatabın belirsiz oluşu verilen mesajı da kırılmaya
uğratıyor ve alıngan kimlik siyasetine kapı aralama riski taşıyor. Örneğin; bir
din görevlisinin verdiği mesaj pek çok insan için anlamlıyken, kötü niyetli
insanlar tarafından propaganda malzemesi haline getirilip toplumda infial
yaratacak bir forma sokulabiliyor.
Bu bölümde bir başka sorun da “bağlantı
bağımlılığı” olarak karşımıza çıkıyor. İletişim ve haberleşmenin niteliği
değiştiğinden, her an her yerde ulaşılabilen bireyler haline geldik fakat bu
tarz ulaşılabilirlik insanın varoluşuna dair bir bilgi sunmuyor. Bunların
yanında sanal dünya ciddi bir yasal yaptırımın olmadığı, kurallar üstü bir mecra
olarak varlığını sürdürüyor. Bu konudaki sınırlandırma girişimleri de sansür
denilerek, ifade özgürlüğüne saldırı sayılarak bertaraf ediliyor. Nihayetinde siber alem kanunsuz işlerin rahatça icra edildiği, engel koyulamayan bir platform haline geliyor.
Her şeyi alınıp satılabilir bir anlayışa
indirgeyen kapitalizm teknolojiyi ve dijital çağı da kendine göre
şekillendirmeye devam ediyor. Bütün bunların içinde yaşayan biz Müslümanlara
düşen Hz. İbrahim’in “Batıp gidenleri sevmem” dediği gibi fani olanın
farkına varmak, bizatihi dünyanın geçiciliğini ve ötelerde gerçek dünyanın
varlığını idrak etmektir.
No comments:
Post a Comment